Büyük Konuşmak Gibi Olmasın Ama Yeni Bir Efsane Doğuyor Gibi: The Peripheral
Aklımızla oynayan bir dizi daha yayına girdi, bugün de TC simülasyonunda dahi şükür duaları edeceğimiz bir bilim kurgu dizisiyle avunuyoruz. Bahsettiğim dizi, The Peripheral. Bilim kurgunun peygamberi olarak adlandırılan Wiliam Gibson’ın görsel anlatıya uyarlanan ilk eseri olan dizi, Amazon Prime’da yayında. İlk 2 bölümü ile izleyicilerle tanışan ama pek anlaşılamayan The Peripheral, 3. bölümüyle biraz olsun sır perdelerini aralamaya başladı. Ancak hala izlemenin sabır gerektirdiğini söylemek gerek, o kadar çok sır var ki tempoyu yüksek tutmak bir hayli zor.
Zamana kaynak yapıyoruz.
Aslında The Peripheral, William Gibson’ın ilk sinema çalışması değil. Her ne kadar kitapları film olmasa da kendisi daha önce Johnny Mnemonic'in senaryosuna ve The X-Files'ın bazı bölümlerine imza atmıştı. Fakat hep kitaplarının filmleştirilemeyeceğine dair ön yargı vardı. Hatta 2018 yılında The Peripheral’ın dizi olacağı duyulduğunda “çılgın proje” yorumları yapılmıştı. The Peripheral’ı özel kılan yalnız William Gibson romanının uyarlaması olması değil, aynı zamanda yine bir dönem aklımızla oynayan bir diğer eser olan Westworld'ün yaratıcılarının imzasını taşıması. Evet, bu dizinin de arkasında Lisa Joy ve Jonathan Nolan var. Hayati spoilerlar vermemeye çalışarak şimdiden fanlarını oluşturan, bu puzzle bütününe gelin beraber bakalım.
Dizinin konusu:
Amerika’nın kırsal alanlarındaki 2032 ve 2099 yılı civarındaki fütüristik Londra arasında mekik dokumaya hazır mısınız? Dizi bizleri günümüzden iki farklı geleceğe götürüyor. Ana karakterlerimiz, sarı saçlarıyla adeta yeni Dolores’imiz olan Flynne (Chloë Grace Moretz) ve sevimsizlik ürünü erkek kardeşi Burton (Jack Reynor). Gözleri görmeyen hasta annelerine bakan ve sıradan hayatları olan bu iki kardeş, Blue Ridge dağlarında yaşıyor. Flynne bir 3D matbaada çalışıyor. Abi Burton ise Haptics deniz kuvvetlerinden bir savaş gazisi. Aynı zamanda oyunlarda seviye atlamak için kiralanabilen ticari bir VR oyuncusu. Fakat aslında Flynne ondan da iyi bir gamer, kadın olduğu için ön yargılara maruz kalmamak adına (bilim kurguda bile kadının adı yok) zaman zaman abisinin yerine oyunlarda yer alıyor. Bir gün yeni bir VR sisteminin testini yapmaları için onlara teklif geliyor, işin ucunda da büyük para var. Annelerine ilaç almak için (Küçük Emrah motivasyonu her zaman çalışır) Burton bunu kabul ediyor ama yerine tabii ki Flynne oynuyor.
Başına 9 milyon dolar konmuştur. ”Ben o kadar eder miyim?”
Kendini bir anda gerçeküstü bir Londra manzarasında bulan genç kadın sokaklarda motosiklet sürüyor, abisinin bedenindeki bir avatarla güzel bir kadınla flört etmeye başlıyor. Her şey bir rüya gibi ilerlerken anlıyoruz ki bu oyun öyle sandığımız gibi değil. Burada hissedilen her acı gerçekten can yakıyor. Üstelik bu evrende ses dalgalı silahlar, katil robotlar ve bal yapmak yerine insan öldürmeye yönlendirilen arılar var. (Londra böyleyse Orta Doğu nasıldır?). Üstelik Flynne’ın oyunda tanık olduğu bir olay, onu yaşadığı dünyada da hedef haline getiriyor.
Vali makam odası dekorasyonu, nerede görsem tanırım.
İzleyinin zekasını küçümsemiyor da küçümsese miydi acaba?
Kedi fare oyunları üzerine kurulan ve aynen karakterler gibi izleyiciye de ne olduğu hakkında en ufak bir bilgi vermeyen dizi, bolca sabır istiyor. Zira nedenini bilmediğiniz cinayetler, kovalamacalar izleyip duruyorsunuz. Yakın zamanda izlediğimiz bilim kurgu evrenlerindeki gibi bizi dış sesli anlatımlar, uzun giriş bölümleri karşılamıyor. (Burada hem yazarın hem de senaristin izleyicinin zekasına duyduğu saygıya şapka çıkaralım lütfen. Ama anlamadıkça izleyici de zekasından şüphe duyuyor.) Aman ha kafa göz daldığımız, aksiyonu bol ilk bölümler sırasında sıkılıp kapatmayın. Çünkü yavaş yavaş 3. bölüm itibarıyla sır perdesi aralanmaya başlıyor. Müjdemi isterim, henüz yayınlanmayan ancak yurt dışındaki eleştirmenlerle paylaşılan 4. bölümde insan nüfusunun neden azaldığına dair de gizem çözülecekmiş hayırlısıyla.
Devamı nasıl gelecek bilmiyoruz ama ilk bölümler epey heyecan verici. Ayrıca bilim kurgudan alışık olduğumuz gizemli ve soğuk karakterler değil, dizinin senaristi Scott’un Time röportajındaki deyimiyle “herhangi bir zamanda var olabilecek gerçek insanlar” hikayenin ortasında yer alıyor. Bu da hikayeyle, empati duygusu aracılığıyla bağ kurmayı kolaylaştırıyor.
The Sims tamam da para hile yazmayı unutmuş.
Teknoloji ile İnsanlık Arasındaki Sınırlar Belirsizleşiyor
Dizinin tek meselesi bu ölüm kalım savaşı değil. Teknoloji ile insanlığın savaşına indirgenemeyecek kadar grift bir ilişki söz konusu. 2032 yılında haptic implantlarla insanların sezgileri birbirine yükleniyor. Örneğin birbirine haptic sistem ile bağlı olan askerler, bir suçluya karşı nedenini bilmediği bir zarar verme isteği duyuyor.
2099 Londra’sında durum daha da acayip, insanlar birbirlerinin deneyimine ortak olabiliyor. “Birleşme” denen bu olay, aşk da zannedilebiliyor. (Burada Gibson’ın temel duygulara hitap eden çatışmalar kurduğunu daha net görüyoruz.) Aslına bakarsanız dizinin konusu insanların hayatının, dünyalarının robotlar tarafından işgali gibi geleneksel bir bilim kurgu tehdidi değil. Herkesin gönüllü olarak içinde bulunduğu bir halüsinasyonun hayatı işgali ve sonuçları ele alınıyor. Zaten “siber uzay” kavramının da mucidi olan Gibson, “rızaya dayalı halüsinasyonunun” küresel bir ağda “her ulusta milyarlarca meşru operatör tarafından her gün deneyimleneceğini” öngören kişiydi. Bugün teknolojinin gerçek yaşama dair tükettiği tuttu, kaybolan gerçeklik algısı. Yine onun tarafından araçsallaşmaya dair duyduğumuz doyumsuz istek dizinin konusu.
Neslon sütunu, Venüs heykeli, Disk atan atlet, Apollo ve Daphne… Louvre müzesi gibi şehir.
Diziyi Anlayarak Değil, Çabalayarak İzlememiz Gerekiyor
İki dünyanın renkleri, manzaraları, duygusu, estetiği bile bambaşka. Örneğin 2032’de yeşillikler içinde bir ev ana mekanımız olurken daha sepya olan renk seçimi göze çarpıyor. 2099’da Londra’da ise şehir metalik ışıltılar arasında grinin soğukluğunu taşıyor. Kentin çevresinde dev heykeller görüyoruz. Cosmiclog’dan öğrendiğimize göre, aslında bu heykeller bir tür hava temizleme sisteminin parçaları. Jackpot adı verilen felaketler dizisi sonrası kullanılmaya başlanan bu sistemin günümüzün ünlü heykellerinin birer kopyası olması ise oldukça ironik. Eski uygarlıklarda heykellerin koruyucu misyonları olduğu, modern toplumlarda hafızayı canlı tutmak veya statükoyu benimsetmek için kullanıldığı düşünüldüğünde şehrin dört bir yanındaki eserler çok daha manidar geliyor. Belki mekanikleşen dünyada insana ait eşsiz yetilerin; estetik, sanat ve inanma becerisini anımsatma çabası olarak kullanılıyorlar. Belki de heykellerin binlerce yıllık mirası ile küçük bir grup insana “biz” kültürü oluşturmak için kullanılması söz konusu… Bunların hepsi birer ihtimal ancak bu bulmacaları çözmek bile izleyici için oldukça enteresan.
Styling by Ayhan Sicimoğlu
2032 yılında; dronelar, bilgisayar korsanları, görünmez arabalar, gözetim altında yaşamlar ve sonuna kadar paraya odaklanmış bir dünya karşımızda. 2099’da ise tuhaf bir ıssızlık hali, üstün teknoloji ve robotlaşmış insanlar, otomatik teknolojiler, yapay zeka var. 2032’de kadın olmasından dolayı oyun dünyasında sorun yaşayan Flynne’ın endişesinin yerini 2099’da çok daha akışkan olduğunu anladığımız kimlikler alıyor. İki dünya arasındaki zıtlığın tek ortak paydası ise insani dertlerin hala varlığını sürdürmesi. Özellikle ilk iki bölümde bu bağ yalnızca 2032 yılındaki olaylarla sağlanırken, 3. bölümde Wilf hakkındaki gerçekleri öğrenmemiz, 2099 yılındaki akışa da duygusal olarak bağlanmamızı sağlıyor.
Kırmızı Işık Yeşil Işık?
Anlamadığımız çok şey olsa da zaten dizi bize "anla" demiyor. Karakterlerle empati kurmamızı, onlarla olayları yaşamamızı bekliyor. Diziyi daha iyi anlamak kitabını mı okusak diyenlere, yazar Gibson’ın tweet’i yanıt veriyor. Gibson, diziyi izlemenin daha kolay olduğunu ve önce buradan başlamamızı öneriyor. Sonra kitabı okuyun diyerek hepimizi Amazon Prime’a davet ediyor. 8 bölümlük dizi ilk 3 bölümüyle yayında. Devamı ise her cuma yükleniyor. İyi seyirler.
(gizemkaboglu Brüksel'den bildirdi)
facebook'ta paylaş twitter'da paylaş Allah'a havale et