Zaytung.Com
Zaytung
Uzun uzun yaz
SİNEMA

Bu Sene de İyi Uzay Yaptı: Constellation

-> Üç günde bir maç yorumlamaktan sürmenaj olduğunu dile getiren Ömer Üründül, Fenerbahçe - Olympiakos maçının ertelenmesi için UEFA'ya resmi başvuruda bulundu...
-> AKP'den devraldığı borcun yazılı olduğu afişi belediye binasına sığdıramayan CHP'li başkan, belediye binasına 3 kat daha çıkma kararı aldı...
-> Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne geçtikten sonra jet hızıyla sefalete sürüklenen Türkiye'de şaşkınlık sürüyor: ''Tek adamın her şeye yetkili olup hiçbir şeyden sorumlu olmaması iyi bir fikir gelmişti...''
-> Bitcoin'in %20 altcoinlerin %50'den fazla düşmesi nedeniyle İstanbul'da koşulacak Bitcoin Halving koşusu için 10 bin Pakistanlı kaçak göçmen kiralanacak...
-> Global piyasada ons altını düşürme çabaları, alıcılı tarafta altın gününe giren öğretmenler tarafından bertaraf edildi...
FOTOHABER

AKP'li kodamanların halkın efendisi olduğu ve akla gelebilecek her türlü suçu işleme özgürlüklerinin bulunduğu, Adalet Bakanlığı tarafından bir kez daha hatırlatıldı...

Sancaktepe Belediyesi'ndeki duşların devre dışı bırakılmasıyla birlikte önümüzdeki yaz İstanbul'da kuraklık beklenmiyor...

BLOG

Sevgililer Günü’nü Minimum Maddi Hasarla Atlatma Rehberi…

VİDEOHABER

Adalet Bakanlığı, Dubai'de yaşanan sel felaketini herhangi bir CHP'li belediyeye bağlayabilen savcılara 1 maaş ikramiye verileceğini açıkladı...

ASTROLOJİ

KOÇ (21 Mart - 20 Nisan)

Süleyman Soylu'nun oh çektiği videolara telif atmasının ardından zam haberlerine üzülmek zorunda kalacağınız bir döneme giriyorsunuz... devam...

Belediyenin Almanya’ya eğitime gönderdiği 45 kişiden 43'ü geri dönmedi...

"Aslında dönecekler ama orada kurulu düzenleri var. Yoksa vatanımız cennet..."

Hay Allah, Canınız mı Çekti? İşte Size Birbirinden Keyifli Öykü Platformları...

FIFA, Futbolun Marka Değerini Düşüren Türkiye'yi Başka Bir Spor Dalıyla İlgilenmesi İçin İkna Etmeye Çalışıyor: ''Güreş vardı ya sizin, ata sporu...''

Adı sürekli şiddet, skandallar, siyasi baskılar, şaibeler ve maddi krizlerle anılan Türk futbolunun, kendi marka değeri bir kenara artık komple futbolun marka değerine zarar verdiğini fark eden FIFA yönetimi, Türkiye'nin kendisine başka bir spor dalı bulması için ikna girişimlerine başladı. devamı...

N'olmuş n'olmuş?

Zaytung Zone

''Amaaan şimdi eve gidip kim yemek yapacak?'' şeklinde düşünen takipçilerimizi diğerlerinden bi tık daha fazla seviyoruz, dürüst olalım...

Popmundo: Maceralar

AKP'de Seçim Sonuçları İlk Kurbanını Aldı: Tepkilerin Odağındaki İstakoz, Görevden Affını İstedi...

Seçimin ardından AK Parti cephesinde başlatılması beklenen temizlik harekatında ilk kurban belli oldu. Bir süredir yoğun kamuoyu tepkisine maruz kalan istakoz, bu akşam yaptığı yazılı açıklamayla görevden affını istedi... devamı...

9 Günlük Tatilin Ardından İlk İş Gününde 818 Milyar TL Zarar Açıklayan Merkez Bankası Başkanı Fatih Karahan, Pazartesi Sendromunda Çıtayı Zirveye Taşıyan İsim Oldu...

9 günlük bayram tatilinin ardından ilk pazartesi günü işe adapte olma mücadelesi sürerken, "beterin de beteri var" dedirten haber Merkez Bankası'ndan geldi...devamı...

Blog

Yeni Başlayanlar İçin: Sorgulama... Sokrates'ten Marx'a Felsefe Dünyasının Sektöründe Lider İsimleri (Vol 1)

İnsan olmanın gerek şartlarından biri de sorgulama yeteneği (ya da duruma göre dürtüsü). En taş kafalımız, "biat"ı iyi bir halt sananımız bile hayatının bir noktasında bir şeyleri mutlaka sorguluyor, "lan acaba?" diyor, zihinsel kapasitesi el verdiğince sorduğu sorulara yanıtlar bulmaya çalışıyor.

Bir de tarih içinde çok ender olarak yetişen bir tür var ki, yaşamla, dünyayla, evrenle, insanla, toplumla ilgili en temel konularda en doğru soruları sorup, yetmezmiş gibi bir de o sorulara en doğru yanıtları vermeyi başarmışlar. Onlar sayesinde insanlık babun sürülerinden ayrılıp aya gitmiş ya da bu yazıyı okumamıza vesile olan interneti, cep telefonunu falan bulmuş. Kendilerine kısaca filozof, uğraştıkları işe de felsefe diyoruz.

Bu yazımızda insanlık tarihine damga vurmuş önemli filozofların, Sokrateslerin, efendime söyleyeyim Nietzschelerin falan üzerinden geçeceğiz.

(Not: Nolur nolmaz diye Vol 1 dedik. Bakalım üşenmezsek burada saymadıklarımızdan 2. bir liste daha yaparız belki)
 

1. Sokrates

“Felsefenin koruyucu azizi” derler bu abiye. Kalkık burunlu, tombul, pasaklı ve bir tık da tuhaf olan Sokrates, biçilen kalıpların dışına taşan biridir. Görünüşü çirkindir ayrıca ender yıkandığı da söylenmektedir. Bunlara rağmen aşırı karizma ve parlak bir zihne sahip olduğundan “Ya kokusuna alışırsan çok kral adam ha” payesine erişmiştir.

O dönemde Atina’daki çoğu insan, onun gibi birinin bir daha dünyaya gelmeyeceği konusunda hem fikirmiş ama yine de Sokrates sinir bozucuymuş tabii. Sokrates’i böyle gıcık olmasından ziyade bilge kılan şey ise; durmaksızın soru sorması ve düşüncelerini tartışmaya daima istekli olmasıymış. “Yaşamın ancak ne yaptığınızı düşünürseniz yaşanmaya değer olduğunu” söylemiştir. “Sorgulanmamış bir varoluş koyunlara uygundur, insanlara değil” demiş ve eklemiştir: "Anlayana..." (Bu sonuncusundan çok emin değilim)

Felsefeden başka hiçbir uğraşı olmayan Sokrates, başta öğrencisi Platon olmak üzere Yunan gençleri üzerinde giderek kendisini taklit etmeye varan derecede yükselen bir etki yaratmıştır. Takipçileri onun gibi çıplak ayakla falan yürürlermiş. Son olarak; Sokrates alışılmadık biçimde bir şeyler yazmayı reddetmiştir. Ona göre konuşmak, yazmaktan daha iyiymiş zira. Soru sorma tekniği "Sokratik sorgulama" adı altında, yazmama felsefesi de “Ya üşendim mesaj atmaya, dedim arıyım iki dakka” şeklinde günümüze dek ulaşmıştır. Sokrates’ten öğrendiğimiz ne varsa onun yerine Platon yazmıştır.


Sokrates, Panathinaikos-Paos maçının üst bitip bitmeyeceğine dair benliğine sorular sorarken... 


2. Platon

Şimdi yukarıda dedik ya Sokrates’in dediklerini Platon yazıyor diye, hah, bununla alakalı da bir bulanıklık mevcut. Şöyle ki: Platon’un Sokrates’in gerçekten söylediği şeyleri mi yazdığını yoksa “Sokrates” diye nickname verdiği bir karakterin ağzından kendi düşüncelerini mi aktardığını her zaman ayırt edemiyoruz. Süper di mi? “Bildiğimiz tek şey hiçbir şey bilmediğimizdir.” Gördünüz mü?

Platon, Sokrates ile soru sorduğu insanlar arasındaki bir dizi diyaloğu kaleme almıştır. Bunlar ‘’Platon Diyalogları’’ olarak bilinirler ve büyük felsefe eserleri olduğu kadar büyük edebiyat eserleridir. Artık hakkaten öyle diyaloglar olmuş mu yoksa kendi mi uydurmuş bilemiyoruz. Günahı boynuna... 

Platon iyiliğin ne olduğunu anlamak istiyorsak, onun tanık olduğumuz tikel örneklerine değil, iyilik formuna yoğunlaşmamız gerektiğini düşünmüştür (Felsefe yazısı okuyorsunuz, ilk ‘tikel’de pes etmeyin daha ‘töz’ dicez gerekirse...). Filozoflar bu soyut yoldan formlar hakkında düşünmeye en uygun insanlardır. Sıradan insanlar (bize diyor) dünya tarafından yanlış yönlendirilirler. Çünkü duyular aracılığı ile kavrarlar. (Efendiliğinden direkt "mal bunlar" diyememiş belli ki)

Filozoflar gerçeklik üzerine düşünmede iyi oldukları için Platon onların sorumlu olmaları ve politik gücün tamamını ellerinde bulundurmaları gerektiğine inanmıştır. (“Belediye işi hamallık, ona siyasetçiler baksın” gibi bir şey söylediği de rivayet edilir.) En ünlü eseri olan ‘Devlet’te de hayali bir mükemmel toplum betimlemiştir.

Hocası Sokrates’in ölümünden sonra Platon, onun ilkelerine bağlı kalarak felsefe öğretmeye devam etmiştir. Gelmiş geçmiş en etkili öğrencisi ise Aristoteles’tir. Aristoteles’in ise öyle çok meşhur bir öğrencisi yoktur zira o dönem felsefenin puanı düşmüş, talebe adayları bir bir “Hocam biz MF’ye geçip tıp yazıcaz” diyerek sıvışmıştır.


Platon, öğrencisi Aristoteles'i sık sık "Bana kantinden bi çay kap gel, bak tek şeker diyorum elli seferdir" gibi eğitici görevlere de yollardı. Bu gelenek hala akademilerde hocalar-asistanlar arasında yaşatılmaktadır.


3. Aristoteles

“Bir bulutla kış gelmez, bir çiçekle yaz gelmez” şeklindeki sözler sık sık Musa Eroğlu’na ait sanılsa da aslında Aristoteles’indir. Aristoteles bu sözle şunu kasteder; nasıl açan bir tek çiçek ya da yaşanan bir tek sıcak gün yazın geldiğini kanıtlayamazsa, size haz veren birkaç anın ardından da hakiki mutluluğu bulduğunuzu söyleyemezsiniz. Ona göre hakiki mutluluk kısa süreli bir haz değildir. (Reklamcılık sektörü birazcık gelişmiş olsa şu sözü de bir prezervatif firmasına satar, nefis para kazanırdı rahmetli.)

Şaşırtıcı bir şekilde, çocukların mutlu olamayacağını düşünür Aristoteles. Ona göre çocuklar yaşamlarına daha yeni başlamışlardır ve bu yüzden herhangi bir anlamda eksiksiz bir yaşama sahip değillerdir. Aristoteles hakiki mutluluğun daha uzun bir yaşam gerektirdiğini öne sürer. Bu düşünceyi, "Evi, arabayı almadan neyin mutluluğu o ibiş?" şeklinde basite indirgeyebiliriz. 


Aristoteles ve kız meselesinden kalma sol yanağındaki façası. Rahmetli o konu hakkında konuşmayı pek sevmezdi...
 

4. Rene Descartes

Alarmınız çalıyor, kapatıp yataktan kalkıyorsunuz, giyiniyorsunuz, kahvaltınızı yapıyorsunuz ve güne hazırsınız. Ama sonra beklemediğiniz bir şey oluyor; uyanıyorsunuz ve gördüğünüz şeyin bir rüya olduğunu fark ediyorsunuz. Rüyanızda kalkıp güne hazırlanıyordunuz ama gerçekte kıçınızda pireler uçuşuyordu. İşte bu tip rüyalar ‘yalancı uyanıklık’ olarak bilinir ve çok gerçekçidir.

Descartes de işte böyle bir rüya görmüş (“Sağdıç, tam hatunun boynundan öpmeye başlıyodum o ara uyanmışım”) ve üzerinde çalışmaya başlamış. “İnsan rüya görmediğinden nasıl emin olur?” diye sormuş kendi kendine. Descartes’ın bulmaya çalıştığı, doğruluğundan kesinlikle emin olabileceği biricik şeydir. Böylece kaygan gerçeklikte sağlam bir zemin oluşturabilecektir. Ama bir şüphe girdabına kapılıp sonunda hiçbir şeyin doğru olmadığını düşünme tehlikesi de vardır.

Descartes şüpheci bir tavır takınmak istiyordur ama onun şüpheciliği diğer şüphecilerden farklıdır. Şey gibi düşünün, “Ya bitanem ben sana güveniyorum ama topluma güvenmiyorum” o tarz yani, şüpheci gibi ama değil gibi de. Diğer şüpheciler hiçbir şeyin kesin olarak bilinemeyeceğini düşünürler ancak o, bazı inançların şüpheciliğin en yetkin biçiminden bile etkilenemeyeceğini göstermek ister. Misal hani suya soktuğumuz çubuk ona belli bir açıdan bakınca bükülmüş görünür ya, Descartes de; sizi önceden aldatan bir şeye güvenmenizin doğru olmayacağını düşünür. Bu yüzden de duyularımızın tamamen güvenilir olduğunu kabul etmez. “Duyumuza da güvenemeyeceksek neye güveneceğiz birader?” sorusunun en sık yöneltildiği filozoftur bu açıdan.

Velhasıl kendisi bu arayışın sonunda bir yant bulmuş ve meşhur "Düşünüyorum öyleyse varım" cümlesini sarf etmiştir (Dövme yaptırmayı düşünenler için onun Latincesi olan "Cogitoergo sum" tavsiye edilir). Günümüzde çoğunlukla düşünmenin önemine, bilinçli yurttaş olmanın faziletine falan vurgu yapmak için kullanılsa da, Descartes'ın bunu söylerken demek istediği bambaşka bir şeydi aslında. "Hiçbir şeyden emin olamasak da en azından sorgulayan, şüphe eden, 'lan acaba tüm hayatımız bir rüya mı? Matrix'te mi yaşıyoruz?' diye soru soran bir benliğimizin var olduğu kesin. Bunları düşünüyorsam ben kesin varımdır. Gerisi de Allah kerim artık.." diyordu sayın Descartes. 


Rene Descartes (Dartanyan koysak sanki ayırabileceksiniz de...)


5. Baruch Spinoza

Dinlerin çoğu Tanrı’nın dünyanın dışında bir yerde, belki de cennette olduğunu öğretir. Spinoza ise Tanrı’nın dünyada olduğunu düşünmesi bakımından alışılmadıktır. Bu fikrini ifade etmek için ‘Tanrı veya Doğa’yı yazmıştır. Tanrı ve doğanın aynı şey olduğunu kastediyordu Spinoza. (Bunu LSD kullanan kişiler de diyor gerçi).

Ona göre Tanrı ve doğa tek bir şey tanımlamanın iki farklı yoludur. Tanrı doğadır, doğa da tanrıdır. Tanrı’nın her şey olduğu inancı, Spinoza için panteizmdi. Spinoza’nın başına epeyce bir iş açan radikal bir fikirdi bu. (Nitekim bu düşüncenin İslam tasavvufundaki karşılığı olan Vahdeti-Vücud'u "En el hak" diyerek dile getiren Hallac'ı Mansur'un da akıbeti pek iyi olmamıştır)

Albert Einstein mesela büyük hayranıymış Spinoza’nın. Aklınızda olsun hiç olmadık bir sohbette kullanır durduk yere puan toplarsınız. Bu arada beyimizin ‘Ethica’ adında bir kitabı var. Herkese delirmesi için tavsiye ederim. Kendini bir anda boşluğun içinde bulmak isteyen herkes mutlaka okumalı.


Spinoza, fikirleri yüzünden birçok suçlamaya maruz kalmasının yanısıra, Kadir Topbaş'ın damadına benzemesi nedeniyle de güç durumlar yaşamıştır.


6. Immanuel Kant

Eğer pembe çerçeveli gözlükler takıyorsanız (ismi Kadir falan olanlar ne pembesi dedi bile çoktan), görsel deneyiminizin her yönü renklenecektir. Onları takıyor olduğunuzu unutabilirsiniz, ama onlar hala gördüklerinizi etkilemeye devam eder. Kant, hepimizin dünyayı bunun gibi bir filtreden geçirerek anladığına ve böyle yaşadığına inanıyordu.

Filtre insan zihnidir (o zamanlar Instagram vs yok tabi, herkes kendi filtresini kendi yapıyor). Her şeyi nasıl deneyimleyeceğimizi belirler ve o deneyime belirli bir şekil yükler. Algıladığımız her şey zaman ve mekan içinde gerçekleşir. Her değişimin de bir nedeni vardır. Ancak Kant’a göre bunun sebebi, gerçekliğin nihai halinin böyle olması değildir. Bu zihinlerimizin bir katkısıdır.

Dünyanın olduğu biçimine doğrudan erişimimiz yoktur. “Gözlükleri çıkarıp şeyleri gerçekte oldukları gibi görmeliyiz” gibi düşüncelere sahiptir kendisi. “Gerçeklik neye benzer?” şeklinde de sorular sorup birçok insanı derin düşüncelere itmiştir aynı zamanda. Kant gerçeklikle ilişkimize dair temel meselelere kendini tatmin eden cevaplar verip "Bilgi felsefesi" konusunu hallettikten sonra (ki o felsefe daha sonra Newton'un çok işini görmüştür), "Ahlak felsefesi"ne yönelmiştir. Orada da başlamış işte yine “Ahlak nedir?” diye… Ama işte buna para versen “Para nedir?” diye sormaz, hop atar cebe. Yemek versen, felsefesine girmez yumulur. Öyle yanardöner de bir izlenimi var nedense, işine gelince “Bilmem ne nedir?”


"Bu hangi filtre?" - Immanuel Kant


7. Georg Wilhelm Friedrich Hegel

“Minerva’nın baykuşu ancak gün batarken uçmaya başlar.” Hegel’in görüşüdür bu. Peki, ne anlama gelir? Aslında bu “Ne anlama gelir?” sorusu, Hegel’in eserlerini okuyanların kendilerine sık sık sordukları bir sorudur. (Hegel okurlarının kendilerine sordukları bir diğer soru da “Kendi evladım yazsa okumam, neden okuyorum lan ben bu adamı?”)

İdealizm felsefesine gönül vermiş bir insan olarak, hem sevenleri (Marx, Sartre) hem de sevmeyenleri (Kierkegaard, Schopenhauer, Nietzsche) üzerinde derin etkiler bırakmış, özellikle efendi - köle diyalektiği kavramıyla Marx'ın önüne al da at dercesine bir pas bırakkmıştır. 

Hegel’in yazıları korkunç derecede zordur. Bunun nedeni tıpkı Kant’ınkiler gibi çoğunlukla oldukça soyut bir dille ifade edilmeleri ve Hegel’in sıklıkla kendi uydurduğu terimleri kullanmasıdır. Hiç kimse, hatta Hegel bile tümünü anlamamıştır diyenler de yok değil.

Baykuşla ilgili ifade anlaşılması en kolay kısımlardan biridir. Bu onun bize “insanlık tarihinin akışına dair bilgeliğin ve anlamanın, günün olaylarını gece çöktüğünde gözden geçiren biri gibi ancak geç bir aşamada tam anlamıyla mümkün olabileceğini” anlatmasının bir yoludur. (Anlamadınız di mi lan doğru söyleyin?)

Bu arada Minevra, Roma bilgelik tanrıçasıdır ve baykuş ile özdeşleştirilmiştir. Hegel, sanki dümdüz ifade etse anlayabilecekmişiz gibi olayı bir de böyle göndermelerle süslemiştir. Sadece saygı duyabiliyor ve karşılığında “Kamyonda MAN, filozofta Alman” diyebiliyoruz.


Papyon takıp üstüne bornoz da giyse hiçbir şey diyemezsin. Adam, Hegel. Kafasındaki kek kalıbından söz etmiyorum bile...
 

8. Karl Marx

19.yy’da İngiltere’nin kuzeyinde binlerce pamuk atölyesi vardı. Uzun bacalarından çıkan koyu dumanlar sokakları kirletir ve her yeri is kaplardı. İçerideki erkek, kadın ve çocuklar makinelerin dönmesini sağlamak için uzunca saatler (günde 14 saat kadar) çalışırdı. Köle sayılmazlardı ama maaşları çok düşüktü. Pek tabii, çalışma koşulları da çok ağırdı. Dikkatlerini 1 saniye kaybetseler makinelere yakalanabilir ve ağır zararlar görebilirlerdi. Çalışmazlarsa aç kalırlardı. Ayrılırlarsa başka bir iş bulamayabilirlerdi. Bu insanlar çok uzun yaşamazdı ve hayatlarında kendilerine ait çok nadir anlar vardı.

Alman filozof Karl Marx 1830’larda yazmaya başladığında, Sanayi Devrimi’nin yarattığı bu sert koşullar sadece İngiltere’de değil tüm Avrupa’da da etkisini göstermekteydi. Bu durum Marx’ı sinirlendiriyordu. Marx bir eşitlikçiydi ve insanlara eşit davranılması gerektiğini düşünmekteydi. Fakat kapitalist sistemde çoğunlukla miras kalan bir servetten dolayı, parası olanlar daha da zenginleşmeye başladı. Marx için tüm insanlık tarihi bir sınıf mücadelesi olarak açıklanabilirdi. Marx geçmişteki filozofların dünyayı sadece yorumlamış olduğunu düşünüyordu. Oysa onun istediği dünyayı değiştirmekti. Ahlaki ve siyasi reformlar üzerinde durmuş olan ondan önceki filozoflara bir parça haksızlıktı Marx çünkü onun düşünceleri bir çoğundan daha etkili oldu. Ha dünyayı değiştirebildi mi derseniz kendinize bir bakınız. Ben baktım mesela çorabımın teki yırtık…

Muazzam bir enerjiye sahip ve sorun yaratmasıyla ünlü olan Marx, hayatının çoğunu fakirlik içinde geçirdi.  Zulümden kurtulmak için Almanya’dan Paris’e, sonra da Brüksel’e yerleşti. En sonunda da Londra’yı mesken tuttu. En önemli eseri olan Das Kapital (ki İncil'den sonra en çok başka dile çevrilen kitap olduğu rivayet edilir), toplam 3 cilt olup, tamamını Marx'ın kendisi dahi okumamıştır. Ciddi söylüyorum. 2. ve 3. ciltleri Marx öldükten sonra en yakın arkadaşı ve çoğunlukla finans kaynağı olan Engels tarafından onun notlarından derlenerek basıldı.

Ha bu arada Engels de zamanının önemli filozoflarından, Komunist manifestoyu falan Marx'la beraber yazıyorlar hatta. O dönemin Ahmet Kural’ıyla Murat Cemcir’i gibi düşünün. Marx, Ahmet Kural gibi daha ön planda olan.


Karl Marx ve kendisiyle özdeşleşen "Engels ben cüzdanı evde unutmuşum ya" hareketi


9.  Friedrich Nietzsche

Öncelikle ‘Nietzsche Ağladığında’ kitabını kesinlikle Nietzsche yazmamıştır. Bu konuda anlaşalım, siz de bilmeyenlere güzel bir dille iletiniz.

“Tanrı öldü!” Nietzsche’nin en ünlü sözüdür. Fakat tanrı nasıl ölebilir ki? Tanrının ölümsüz olduğu varsayılır. Bu nedenle tanrının ölümü fikri başta bi saçma gelir. Ancak Nietzsche, tanrının bir zamanlar gerçekten yaşadığını ama artık öldüğünü kastetmiyordu. Tanrı’ya inanmayı bırakmanın akılcı olduğundan söz ediyordu. 

Nietzsche için tanrının ölümü, insanlık için yeni olanakların kapısını aralamaktadır. Bunlar hem korkutucu, hem de heyecan vericidir. Olumsuz tarafı, insanların nasıl yaşayacağına dair kuralların ortadan kalkmasıdır. Olumlu tarafı ise, artık bireylerin kendi değerlerini kendileri için yaratabilmesi hatta yaratması gerektiğidir. Kendisinin bu felsefesine "Varoluşçuluk" denmiş ve özellikle 20. YY'da batının düşünce sistemini derinden etkilemiştir.

Ha bir de elbette bıyıklarına düzenli badem yağı sürmesiyle meşhurdur.


Optik forma adını soyadını kodlarken 3 soruluk zaman kaybetmesine karşın, 24 yaşında Basel Üniversitesi'ne profesör olmayı başarmıştır.

 

(Mervously Brüksel'den bildirdi)


facebook'ta Paylaş twitter'a yolla Allah'a havale et

Yorumlar:

Sıradaki Blog İçerikleri:

Sıradaki Haberler:

(11.4.2021)

Belediyenin Almanya’ya eğitime gönderdiği 45 kişiden 43'ü geri dönmedi...

"Aslında dönecekler ama orada kurulu düzenleri var. Yoksa vatanımız cennet..."

Vahit Gözgel, Emekli


Diğer yorumlar ->

(25.11.2020)

AKP Denizli Milletvekili Nilgün Ök: ''18 yıl önce araba var mıydı?''

"Genel Başkanları buzdolabı olmadığını iddia ediyordu. Bu yine biraz insaflı çıktı.."

Uğurhan Culak, Elektrik tesisatçısı


Diğer yorumlar ->